Kendimi bildim bileli derim ki “ben yarışmacı bir insan
değilim”.
Rekabet beni yıldırır, meydan okumalar küstürür. Çocukken
koşmazdım bile ki ardımdan biri gelip yarışa tutuşmasın benle.
Şimdi bir bardak dolusu soğuk su al be yut bu sözlerini
Özge! İlk yarışmamın üzerinden 2 gün geçti ve tek istediğim şey tekrar
yarışmak!
Bundan 6 ay kadar önceydi. Selen’le dersten çıkmış metrobüse
doğru gidiyorduk. Yürüyen merdivenlerde, “Özge abliş” dedi, “sen, ben, Melek,
Deniz yarışmaya hazırlansak ne güzel olur”.
Ertesi gün google araştırmalarımı tamamlayıp “Pole Art
Croatia” facebook mesaj grubunu kurmuştum bile. (bak sen şu yarışma sevmeyene)
Canımız hocamız koçumuz Sevinç önderliğinde hızlıca toplanıp
konseptimizi bulduk ve ikili çalışmalara başladık.
Efendime söyleyeyim, 4-5 aylık çalışmalar nasıl geçti
anlatmak imkansız. Evet pole’u her zaman çok sevdim ama hiçbir zaman sabah 10’da
başlayacak antrenman için içim içime sığmadan uyanmadım ey okuyucu. Hiç
stüdyoda bu kadar gülmedim. Hiç birlikte iş yapmanın bu kadar kolay olabildiğini
görmedim. 5 kişi kahve içmeye çıksa yüz kere fikir çatışması olur, dargınlıklar
çıkar. Bizse (yazının bu kısmında hep beraber tahtalara vurup kıçımızı
kaşıyoruz) birbirimizin aklına, birbirimizin fikirlerine güvendik bu süre
boyunca. Ve yarışmadan haftalar önce rakibimiz diğer gruplar yarışmadan
çekilirken biz ön gösterimizi bile yapmış bulunuyorduk.
Yarışmadan bir gün önce Zagreb’e geldik. 2 euroluk
viskilerden içmemiz yasaktı (koçumuz biraz profesyonel), sodayla heyecanımızı
yatıştırmaya çalıştık, başardık da aslında. Gel gör ki yarışma günü salona
gidip de prova sıramızı beklerken midemiz düğümlenmeye, gözlerimiz seğirmeye,
titreme nöbetleri geçirmeye başladık. Selen dışında hepimiz ilk defa başka bir
ülkede, başka bir sahnede, başka pole’larda, tanımadığımız insanların
karşısında arz-ı endam edecektik.
Bu arada diğer gruplar meydanı boş bıraktığından bizi
ikililerle aynı kategoriye koydu organizasyon ve baş parmaklarını gözlerinize
sokup kafa tasınızı patlatabilecek güçte insan azmanlarıyla kozumuzu paylaşmak zorunda kaldık.
(Tamam, tam olarak böyle olamayabilir ama bana bir an öyle
gözüktü. Aslında çok tatlı kızlar.)
Tam heyecandan öleceğim derken birden bire tam zıt bir
kafaya girdik sahne arkasında. Aslandık, kaplandık. Kesin birinciydik. Herkes
ağlarken, meditasyon yaparken, kolunu bacağını koparırcasına strecthing
yaparken biz bir havalarda fotoğraf çekmeye, kupamızı nereye koyacağımızı,
birinciliğimiz ilan edilince nasıl bir edayla çıkacağımızı konuşmaya daldık. Birbirimize o kadar çok güveniyor ve birlikte
olmaktan o kadar keyif alıyorduk ki, Sevinç’in deyimiyle “sadece sahneye çıkıp,
eğlenip, dünyamızı seyircilere açmaya” karar verdik.
Yaptık da. O 4 dakika nasıl geçti inanın hatırlamıyorum.
Sadece son pozu verdiğimizde jürinin gülmekten katılmakta olduğunu fark
edebildim.
Ödül töreni öncesi Sevinç sahne arkasına geldi. “Çok iyiydiniz”
dedi bize “çok çok iyiydiniz”. Ve ekledi, “ama sizden daha iyiler var, ben ilk
defa böyle yüksek seviyede double’lar izledim”.
Goool! AAAAA L
Sonra çirkefçe planlar kurduk. Sonuçlar açılanmadan jüriye
lokumlarla gidip yalakalık yapmaktan, birinci ilan edildiğinde aşırı sevinip
kupayı kapıp gerçek birinciyi bile kendinden şüphe ettirmeye kadar çeşit çeşit
plan kurduk. Bu sırada herkes tırnaklarını yerken yine katıla katıla
gülüyorduk. (Sanırım bayağı sinir bozucuyduk!)
Neticede 5. olduk, ilk yarışma için fena olmasa gerek J Çok sayıda harika
geribildirimler aldık, xpole blog yazısında bizim için awe-inspiring dedi. Ve dakika
sektirmeden yeni yarışmalar için antrenman programı oluşturmaya başladık. Bir
dahakine kesin şampiyonuz. Olmadı lokum!
-Workshoplar bir dahaki yazıya!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder