4 Haziran 2023 Pazar

Feminist hareketin bir parçası olarak pole’u yeniden düşünüyorum. Öyleyse varım.


 Baştan diyeyim, bu bir ahkam değil, sesli düşünme yazısı olacak. 

Şunu: Erkek egemenliğinin (ve iktidara yegâne ortak olabilme imkanlarından birinin) ana kalelerinden olan ailenin ayağına taş değecek diye ülkece kendimizden geçiyoruz. Kadınlara yönelik akla ziyan söylemlerin ve politik hamlelerin hızı kesilmemişken, Onur ayına da LGBTİ+ topluluğunun şeytanlaştırılmasının arşa çıktığı bir dönemde girdik. Bu ahval ve şerait içinde varoluşumuzu savunmak için pole hala bir alan olabilir mi? 

Bundan on yıl önce pole dance’a başladığımda pole dansçısının söylemsel gücü ve o zamanlar hemen hemen yeraltı sayılacak komünitenin sağladığı dayanışma olanakları başlı başına heyecan vericiydi. Diğer bir deyişle, pole bize, sadece direk üzerinde dans etmeye ilişkin güç, artizlik ve ifade biçimlerinin ötesinde topluluk olarak güçlenme, sosyal normları sorgulama ve faillik iddiaları sunuyordu. Bunu az açayım; söylemsel güç diye neden bahsediyorum. Pole camiası hiçbir zaman homojen bir yer olmadı tabii ki. Her aktörün ayrı bir yoğurt yiyişi var. Mesela, bazılarımız için pole bir sanat, yaratıcı ifade alanı değil mi? Hikayemizi paylaşmak için bir aracı. Ama pole aynı zamanda beden pozitif bir eylem alanı. Pole dance pratiğiyle bedenimizi gerçek dışı güzellik standartlarına uydurma zorunluluğu duymadan kabul etmeyi ve can dostlarımızı da bu yönde teşvik etmeyi öğreniyoruz. Pole’a daha bir savaşçı/şifacı personasıyla yaklaşanlar var. Güç, dayanıklılık ve zorlukların üstesinden gelme becerileri sadece fiziksel olarak değil duygusal ve manevi olarak da sahipleniliyor. Bir de tabii toplumun uysal, edilgen kadın beklentisiyle ters düşmek pahasına cinselliğini ve seksapelini savunan pole dansçısı var. 


Bildiğiniz gibi bu yoğurt yiyişler birbirini dışlamıyor, pole pek çoğumuz için bunların ve daha fazlasının çeşitli alt kümeleri. İlk bahsettiğim yoğurt yiyiş bir hikaye anlatma biçimiydi. Ama, can dostum, dikkat edersen, diğerleri de performatif olarak başka başka hikayeler anlatıyor. Pole yapmak için 90-60-90 (ya da artık günümüzün normu neyse, ben biraz dinazor kaldım) olmak zorunda değilim diyen polecu da, bizzat bunu yaparak, hakim anlatıyı bozacak yeni bir hikaye kuruyor. Ha keza, 9 inch topuklular üzerinde vahşice saç savuran femme fatale dansçı, kadına ilişkin makbul söylemi orasından burasından bükerek varoluşuna ilişkin bir başka bir şey söylüyor. Asıl önemlisi bunları fanusun içinde tek başına yapmıyor. Can dostları için de destekleyici ve güçlendirici ortamın bir parçası olarak yapıyor. 

 Dediğim gibi, on yıl önce bu tablo benim için beş parmağımın uçlarını dudağımda birleştirip muah diye beş ayrı yöne açtıracak (bu dediğimi şu an denedin mi? :) ) bir şeydi. Ancak aradan geçen zamanda dünya da biraz değişti, camia da. Birincil olarak, Gezi ve Kalkışma sonrası gittikçe sertleşen iktidar toplumsal olarak da yeni bir öküzlük seviyesine gelmemizi sağladı. Egemenler gücünü dışlamalar üzerinden sağlıyor çokça. Buna mukabil ataerkil söylem güçlendikçe buna içeriden, aynı dili konuşarak yapılacak müdahalelerin gücü azalıyor. Tavır ve niyet tam aksi olsa da kendi nesneleştirilmesine katkıda bulunabiliyor. Kadınlar söz söyleyemez diye megafonla, mikrofonla, koca koca ses sistemleriyle bağıran birinin yanında ‘söyleyebilirim, söyleyebilirim’ diye duyulmaya çalışmak gibi. Hele hele kanlı canlı şiddetin önü bu kadar açılırken bedensel varoluşunun çıplaklığında (kelimenin tam anlamıyla) mücadele etmek mangal gibi yürek istiyor. Kimimiz bu anlamda kültürel olarak, sınıfsal olarak daha korunaklı konumlardayken, kimimiz daha açık hedef olabiliyoruz. 

Eh, pole camiası da aslolarak politik amaçla bir araya gelmiş topluluk değil. Birçoğumuz için öncelikle bir iş. Ekmek teknesi. Faturalarımızı ödeyen bir şey. Dolayısıyla ne yeraltında kalabilir ne de kabak gibi hedef olup güvensiz bir hale gelmeyi göze alabilir. Sonuç ister istemez, az ya da çok, tüm bu çeşitliliğin ve potansiyelin teknik ve virtüözite lehine gözden düşmesine doğru evrilebiliyor. 

O zaman şey yapalım biz ya, mesela bu alanı hemen terk edelim. 

Yaklaşık bir sene önce az çok böyle bir şey yaptım. Sonuç aylar süren bir yalnızlaşma, depresyon ve anlam yitimi oldu. Yapmayın, hiç tavsiye etmiyorum. 

Şimdi diyorum acaba yeni bir dil, tam da pole’un bize sağlayabileceği yeni bir bedensel dil arayışı mümkün olabilir mi? Gittikçe pole camiasında da daha fazla yer edinen LGBTİ+ hareketinden, kadın hareketinin politik taleplerini de gözden düşürmeden, neler öğrenebiliriz? İkinin dilini konuşmaya ısrar etmek yerine toplumsal cinsiyetin çoğulluğu bize nasıl katkı sağlayabilir? Bu noktada her birimizin kişisel deneyimleri ve bu deyimlerin ortaklaşması için sahip olduğumuz paylaşım imkanları çok değerli. Susup kaybetmeyelim, döne döne kazanalım.

15 Ağustos 2022 Pazartesi

ATLETİK BİR DÜNYADA YAŞLANMAK

 Pandeminin başladığı sıralarda Türk pole’u ilk on yılını tamamladı. İlk kuşak polecular birbiri ardına duvarlarındaki ikinci beşliğin üzerine çentik atıyor. Görece geç başlanan bir branş olduğundan bu durum dansçı için otuzlarının sonu, kırklarının ortası gibi bir yerlere tekabül ediyor. Diğer bir deyişle alışılagelmiş atletik hayatta emeklilik yaşı.


Totosuna henüz çip takmamış biyolojik varlıklar olduğumuzdan yaş almak fiziksel bazı etkilerle birlikte geliyor. Kas kütlemizi korumak eskisinden daha güç ve iyileşme hızı daha yavaş. Beceri öğrenmek içinse daha fazla tekrar gerekiyor. Ayrıca, pole dance’ın örtük ya da açık kadınsı yanı yaşlanan kadın bedeni ile ilgili tüm kültürel imge yükünü omuzlarımıza bırakıyor. (Seksi bir dansçı gibi değil de süpürgesine binen yaşlı bir cadı gibi göründüğünü düşünen bir öğrencim olmuştu.)

Diğer taraftan müthiş bir genç kalma baskısıyla karşı karşıyayız. Yeterince çalışırsak atletik performansımızı aynen koruyabiliriz. Evet evet, aynen. Bak şu 80lik yogiye. Nasıl da esnek ve çevik hala. Sen neden öyle olamayasın? Genç kalmak kişisel bir sorumluluk, bunu başaramamak da kişisel bir hata öyleyse. Bu örnek istisnai mi? Hmm, olabilir yine de bir örnektir. Örnek almamayı tercih edip bir kurstan diğerine koşarak ömrünü yemeyeceksen… senin tercihin!

Ayrıca sağlıklı ve diri kalmak yetmez. Güzel de kalmalısın. (Kabul etmiyoruz ama alttan alta varlığını koruyor: Kim çirkin bir pole dancer izlemek ister ki?). Güzellik elbette gençlikle ilgili imajlarla örtüşüyor. Neyse ki medikal çözümleri var. Cildin sarkması ya da menopoza girmek biliyorsun ki artık natürel bir süreç değil, müdahale gerektiren medikal bir alan. 

Bu baskı biraz fazla değil mi? 

Kırka doğru ilerlerken bazen kendimi kafası kesik tavuk gibi hissetmeye başlamıştım. Terapistimle de ana gündem maddelerimizden biriydi bu. Canım on sene öncesinde olduğu gibi günde üç dört saat antrenman yapmak istemiyor (bu duruma neden olarak zamana bağlı motivasyon kaybı da var tabii ki), ama içimde bir ses daha etkili çalışmalısın, daha çok uyumalısın, daha iyi beslenmelisin diye bırbır edip duruyordu. Aksi takdirde savaşı kaybedip 80lik yogi olamayacaktım. 

Elbette bu durum, profesyonel polecular için daha ciddi. Zira direk bizim ekmek teknemiz. Daha kurumsallaşmış sporlarda olduğu gibi perfomans yapmayan antrenör olgusu ise henüz pole dünyasında üzerinde uzlaşı sağlanmış bir fenomen değil. Pole hocası aynı zamanda çok iyi bir performansçı da olmak zorunda kabul ediliyor. Dünya starları bile – hele ki doğumdan sonra ama bu ayrı bir konu- şampiyon hallerine geri dönebilmek için çırpınıyorlar.

Amatör polecular için de dünya güllük gülistanlık değil. Hobi için olsun, iş için olsun pole, dansçısının kimliğine hızla eklemleniyor, aralarında bir tutku bağı oluşuyor, dansçının kendini tanımladığı bir mevkiye dönüşüyor. Bu mevkide iyi olmak ve iyi ‘kalmak’ özdeğerin bir bileşeni oluyor.

On altılıklardan oluşan bir sınıfımız vardı Pole’n Roll’da. Enerjilerini, ilerleme hızlarını anlatacak kelime bulamıyorum. Onların yaklaşık iki katı kadarken başladığım serüvenimde hiçbir zaman böylesine bir atletik performans gösteremedim. (Zaten o kadar atletik bir kişi de değilim, ayrı.) Ama bir zamanlar göstermiş olduğum performans da düşüyor. Daha da düşecek. Artık bununla barışığım.

Bedenimin nasıl gözüktüğü değil neler yapabildiği önemli diye ünlü bir pole atasözü vardı.
Yok artık o da önemli değil.

Nasıl hissettiği önemli. 

Zamanla ve üzerindeki dünyevi etkilerle değişen, ihtiyaçları farklılaşan bedenimin daha iyi hissetmesi için yaptığım antrenman bir yarışmacının antrenman rutininden çok farklı. Yıllar boyunca da farklılaşacak. Ama pole üzerindeki güçlü ve özgür his aynı. Teknik ya da kondisyonel zorluk seviyesinin bu hissiyat üzerinde bir etkisi yok.

Bir zamanlar rahatlıkla yaptığım şeyleri yapamayacak olmak beni daha az iyi bir insan yapmayacak. 
Daha az iyi bir hoca da.

Her zaman pole üzerinde yapabileceğim bir şeyler bulabiliyor olmak beni daha aktif ve daha zinde bir kocakarı yapacak.

Kesilen kafamı geri rica edebilir miyim? Biraz yavaşlıyorum.



28 Ağustos 2021 Cumartesi

SİNDİRELLA MI OLACAĞIDIK?

Pole dünyası ekonomik ve duygusal özgürlüğe sahip, bağımsız ve güçlü kadınların dünyası. Aynı zamanda bir şekilde yalnızlaşan, ilişki sürdürmede zorlanan, çoğu zaman “ideal partner” olmaktan uzak kadınların da çoğunlukta olduğu bir dünya. Bu durumu çoğu zaman “bütün zamanımızı kadınlar matinesinde geçirdiğimiz için biriyle tanışmak zor oluyor” şeklinde esprili bir biçimde açıklıyoruz. Ama dostlarımızla sık sık yaptığımız sohbetler durumun farklı bir yüzünü ortaya çıkarıyor. Hatta ve hatta bazılarımızın miktar Sindirella kompleksiyle savaşmakta olduğumuzu, bazen de yenilip “kadınsılığımızı” korumak için başarıdan feragat edebildiğimizi anlıyorum. Çok katmanlı ve biraz tetikleyici ama açıklamaya çalışacağım. 

Colette Dowling’in 1982 yılında yayınladığı “Sindirella Kompleksi – Kadınların Gizli Bağımsızlık Korkusu” isimli kitabında, her işi layıkıyla yapabilmesine rağmen kurtarılmak için bir beyaz atlı prense ihtiyaç duyan Külkedisi hikayesinde olduğu gibi kadınların bir taraftan bağımsızlık mücadelesi verirken bir taraftan da bunun gerçek getirilerinden korktuğunu ve bağımlı olmaya, kurtarılmaya yönelik psikolojik bir ihtiyaç geliştirdiğini anlatıyor. Sosyal ve toplumsal (hatta bence ezeli ve ebedi varsayılan) atıflarla şekillenen maskülen ve feminen kişilik karakteristikleri, kız çocuklarının feminen, erkek çocuklarının da maskülen yetişkinler olacak şekilde yetiştiriliyor. Kadınlar, küçük yaşlardan beri aşırı korumacı ebeveynler tarafından korunmaya çalışılılıyor, kendilerini hep güvende hissedecekleri, alıcı, şefkatli, destekçi ve bağımlı bireyler olmayı öğreniyorlar. Bu özellikler bir kadın için makul ve makbul kabul ediliyor. 

Eğitimli ve kariyerli kadınlarda bile, hatta araştırmalara göre ağırlıklı olarak onlarda, potansiyellerinin gerisinde durmaya yönelik bir eğilim var. Bunun bir nedeni geleneksel ilişki biçimlerinde başarılı olma ve yalnız kalmama olsa da diğer bir nedeni bahsi geçen diskuru özümseyecek şekilde yetişmiş olmaları. Bağımlılığın getirdiği güvenlik ve rahatlığı çocuk bakma, ev işlerinden sorumlu olma, partnerine destek olma gibi pratikler meşrulaştırıyor. 

Yetenekli kadınların özyeterlilik konumuna geçmekten imtina etmesi “başarı korkusu” olarak tanımlanıyor. Kadınlar, güçlü erkeklerin zeki destekçileri olarak çalışmayı tercih ediyor. Hatta çalışmak zorunda olmayı “bir kadın olarak başarısız” olduklarının göstergesi kabul edebiliyorlar. Dehöy, brsss, hade len g.t gibi tepkiler vermeden önce yapabileceklerimizin gerçekten ne kadarını yaptığımızı, geri durduğumuz şeylerden gerçekten kapitalist/akademik çarklardan, kişisel aptal hırslardan sıyrılmak için mi uzaklaştığımızı yoksa acaba altında yatan minnoş bir “kadın olmaya dair dillendirilmeyecek fikir” olup olmadığını cesurca tartalım can dost. Açıkçası ben çok da emin olamıyorum. 

Pole evrenini biraz istisnai bir yere koymak gerekiyor tabii ki. Bir kere zaten en başta sevgiliyle kavga sebebi hobimiz/tutkumuzla bir bağyandan beklentilerin dışında bir yerde durmaya çalıştığımız açık. Gerçekten de geleneksel rollerin rehaveti yerine atını günbatımına süren seksi cowgirllerimiz çoğunlukta. Ben de kendimi onlardan biri bilirdim. Amma velakin, başarı korkusu ve beraberinde getirdiği bağımlılık durumunun bağımsızlığa en yakın, potansiyeli yüksek kadınlar da daha sık görüldüğü de yazılıyor. Gerçekten de pandemiyle birlikte hayatın çılgın ritminden yorulmuş bizlere ilaç gibi gelen ev-içi yaşam olasılıklarındaki artış ile tırım tırım külkediliğine doğru sürüklendiğimi fark ediyorum. 

Ben de yumurtadan çıkmadım can dost. Ben de “tam kadınlara göre meslek”lerin, “aile içindeki roller”in, “evin direği”nin falan konuşulduğu ortamlarda büyüdüm. Günün sonunda kendimi “o kadar kastırmasam da olur yeaaa” derken, evle, alışverişle falan daha çok ilgileneyim de ayıp olmasın diye düşünürken buluyorum. Ev içine sıkıştırılmış hayat insanı hayatın keşmekeşinden, derdinden uzak ama rutin ve kendine kapanık bir döngüye sokuyor. Dowling’in örnekleri gibi çalışma hayatından kopmuş değilim ama kendimi gerçekleştirme serüvenini salmış, cam ayakkabıyla, kabak arabayla vakit geçiriyorum. Bir de bunu kendi kendime yapıyorum. Bir düşün bakalım sen de sindirellalaştırabildiklerimizden misin?

12 Mayıs 2021 Çarşamba

Covid poleculuğundan öğrenilenler -1 : düşersek tutanımız yok!

-önce girizgah: neden senede bir yazıyorsun, şimdi yazmak nereden çıktı? - istersen atla burayı

Bu blogun bu kadar okunuyor olmasına inanamıyorum dostlar! Sık sık instagramdan "cehenneme direk'i okudum seni buldum / pole'a başladım" gibisinden mesajlar alıyorum. Yazıların kaçar kez okunduğunu görünce, hem de hala bu kadar niş bir konu için, hem şaşırdım, hem de hoşuma gitti.

Hep yazmaya devam edeyim diyorum ama elim gitmiyor. Bu konulara detaylı girmek var aklımda ve bugünün konusu değil ama yine de kısaca değineyim.

1. Burası pole'u kendi için deneyimleyen ve sürekli şaşıran Özge'nin sesinin olduğu yer. Benim sesimse yıllar içerisinde kurumsallaştı ve otantikliğinden uzaklaştı. Süssüz söylemek gerekirse bilmiş bilmiş konuşan birine dönüştüm ve burada bilmiş bilmiş konuşmak istemiyorum :)

2. İşletmecilik maalesef beni biraz pole'dan soğuttu. Acı ama gerçek!

3. Blogun şifresini unutmuşum yeaa.

Velhasıl kelam, yine niyetliyim: Polenroll.com 'un blogunda bir nebze daha resmi tonda yazarken, burada gönlümce at koşturmaya. Bakalım, olacak mı? :)

-girizgah bitti-


Ey sen, bu yazıyı yıllar sonra okuyacak gelişmiş, medeni ve barışçıl yeni insan, tarih kitaplarında okumuşsundur ama 1,5 senedir covid-19 diye bir virüs ağzımıza ediyür. Kucak kucağa partileyen, rönesans tablosu gibi beşer onar spota giren bizler, dirsek temasıyla selamlaşıp ev polelarımızda, ekran başında döner olduk.

1 senedir Zoom üzerinden çevrimiçi birebir ve grup pole dersleri veriyorum. Başta aşırı tedirgindim. Aşırı! Sonuçta bu matematik ya da çizim dersi değil ki aç ekranı karşılıklı çalış.
Pilates dersi bile değil bu Allahsızlar, karşında 3 metre yukarıda baş aşağı dönmüş "hangi el" diye soran bir insan evladı var!

Bizler de belli bir şekilde öğretmeyi biliyorduk neticede. Bunun büyük bir parçası da taktil yönlendirme, spotting. Elleme yani, totoyu tutma, bırakması gereken ele dokunma, bırakmaması gereken eli polea zamklama, inatla içeri kapatmaya çalıştığı bacağı zorla dışarı çekme, poza sokup kaçma:)

Spotting olmadan nasıl çalışacaktık?

Sonra olaylar gelişti. Mecbur kaldık! Bu sırada pole'a sıfırdan başlayan öğrencilerim oldu. Ya da ilk kez online sınıfta inversion (baş aşağı dönme) çalışan öğrencilerim. İlk butterflylarını, supermanlarini, laybacklerini, ilk ayeshalarını online öğrenen öğrencilerim oldu.

Ben de yeni koşullar altında öğretmeyi yeniden öğrendim bu süre zarfında. 

Asıl olarak, biraz daha yavaş. Daha öncüllü. Sorumluluğu öğrenciye devrederek. 

Gördüm ki, sınıfta öğrencinin sorumluluğunu olması gerekenden fazla alma eğilimindeyim. Öğrenci bana fazla güveniyor kısacası. Bu kısa vadede öğrenmeyi de kolaylaştırıyor, doğru!

Ama artık orta/uzun vadeyi karşılaştırabilecek noktaya geldiğimden görüyorum ki düşerse tutacak kimsenin olmadığını bilenler kendilerine uygun çözüm yaratma konusunda oldukça başarılılar.

Ceylanimum ve ilk hello boys'u :)


Bazı öğrenciler için bazı hareketler çok daha uzun zaman alacak. Çünkü daha fazla fiziksel, mental hazırlığa ihtiyaçları var. Olsun. 

Zaten olması gereken de bu: hareketin girişinde, çıkışında, ortasında kontrol sahibi olmak. Hepimiz bunu biliriz ama dünya üzerinde öğrencisini "taşımayan" bir tek pole eğitmeni yoktur, buna da kalıbımı basarım :)

Bazı öğrenciler içinse online olarak yeni beceri öğrenmek diğerlerinden daha zor. Onlar deneyimleyerek öğrenen dimağlar ve fiziksel yönlendirme onlar için alınan verinin %80'i değerinde. Yine de salmamak, stüdyoya / özel derse kavuşana kadar yeni beceri geliştirmeden eskiler üzerinden çalışmak, kondisyon ve koreografi öğrenmek de hiç yoktan iyidir.

Kendime bir gün şunu sordum: 10 yıl boyunca covid'in süreceğini bilsen bugün ne yapardın? Sonra da hep covid 10 yıl boyunca sürecekmiş gibi davrandım. Hayata bir parantez açmak, beklemek, isyan etmek, gebeşlenmek yerine durumu kabul etmek daha mantıklı geldi. Bugünün sorumluluğunu taşımak yani. Kendimizi bir şekilde ayakta tutmamız lazım. Düşersek tutacak kimse yok.

(nasıl poetik konu bağlıyorum, bu nasıl bir edebi deha! fiyuuut)



7 Ocak 2020 Salı

Sakatlık Günlerim


Zaten yaşamaktan yazmaya vakit kalmıyor, bir de üzerine çok garip bir yaz ve çok garip bir sonbahar geçirdim. Mart ve nisanım yarışma hazırlıklarıyla geçmiş, 2017’deki gücüme neredeyse kavuşmuşken Mayısta vizem çıkmadığı için yarışmaya katılamadım. Artık bunalım mı, hırs mı; kendimi ringle, direkle dövüp bir de üzerine 2 aylık sakatlık geçirdim. O arada hala odadaki fil gibi, ya da kalbimizin üzerinde oturan fil gibi duran, konuşulamayan ama hiç de geçmeyen bir acı… Yine o arada stüdyoların ayrılması. Deve yüküyle iş bir yandan, hiç bitmeyen varoluşsal sancılar bir yandan 2019 da bitti.

Dün stüdyoda bir kez daha öğrencim, ilk cehenneme direk bloğundan okumuştum pole dance’ı, öyle merak salmıştım dedi. Artık pek blog okunmuyor. Ama burası zaten benim – dışarıya açmak istediğim kadarıyla- kişisel yolculuğumdu hep. Geldiğim şu noktada galiba daha çok yazasım var bu yolculukla ilgili.

Bugün sakatlığımı anlatayım, genç dimağlara feyz olsun. Sonra da sırayla giderim…


Biliyorsunuz, bende omurga yok. Yani omur omur bir omurga yok, türkü türkü türkiye gibi. Lumbar bölgenin başına kadar omurgalarım bir uzun rod’a metal çivilerle sabitlenmiş durumda. Dolayısıyla döne, geri, yana bükülme ve twist etme kabiliyeti yok. Bunla genel olarak barışığım aslında. Kendime kadarını yapıyorum pole’un. O kadarında da pek çok mücevher ve lezzet bulabiliyorum. Ama oralarda bile bazen aşırı zorlayabiliyorum bedeni. Haziran ortasında böyle bir şey oldu. Alt trapezlerde hafif bir çekme, spazm yaşadım bir antrenmanda. Hareketi bıraktım ama o ince sızı bir süre daha devam etti.

Antrenmana ara versem de, dersler vermeye devam ettim tabii. Ne de olsa, beni zorlayacak bir hareket göstermiyordum, ne olabilirdi ki?

Hani ilk derslerde, omuzdan değil sırttan çekmekle ilgili söylevler çekiyoruz  ya, terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Sırt kaslarım spazma girip işlevini yeterince yerine getiremeyince 2 ay içerisinde iki omzumda da sıkışma, ödem, yırtık gibi bütün felaketler bir araya geldi. Akromion başının kancalı olup (tip3) rotator cuff’ı baskılaması da süreci biraz hızlandırdı. Neticede Ağustos sonunda araba kullanamaz, saçımı tarayamaz hale geldim.

Bu gerçekten korkunçtu! Bir anda sadece hobimden değil, işimden de oldum.

İlaçlar ve dinlendirmeden sonra 1 aydan fazla her sabah 8 de hastaneye gidip fizyoterapistin omuz protokolünü uyguladım. 1 aydan fazla diyorum. Sabah 8 diyorum. Kolumu diğerinden destek almadan havaya kaldırabildiğim gün dünyalar benim oldu.

Ama hala çok zayıftı. Pole’a tam anlamıyla dönmeden önce gymde çalışmaya başladım. Pek sıkıcı olsa da eklemlere yük bindirmeden kasları çalıştırmanın pole'a döndüğüme çok faydasını gördüm.

Bu arada stüdyo kimliği değişti. Bir dünya markalama çalışamaları, yeni fotoğraf çekimleri, tekne partisi falan sırasında hep sakatım. O yüzden fotoğraflarda normal ayakta duruyorum genelde. 

Ya da olabildiğince normal diyelim.

Şimdi hiç fena değilim, yeniden minik minik antrenmana başladım. İnsanın kolunu kaldırabilmesi büyük bir lüks. Bunu asla unutmayın dostlarım.

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Single Fleeting Pole Kafası

You have to love dancing to stick to it. It gives you nothing back, no manuscripts to store away, no paintings to show on walls and maybe hang in museums, no poems to be printed and sold, nothing but that single fleeting moment when you feel alive.
Merce Cunningham

Ağustos geldi çattı. Ağustos'un yarısı yaz, yarısı kış derler. Bir yanda kapıda tıktık Eylül: okulların açılması, tatilin, miskinliğin bitmesiyle insan yeni başlangıçlar için motivasyon ve enerji doluyor. Diğer taraftan, doğa yavaş yavaş ölüyor, renkler pırıltısını ve sihrini kaybetmeye başlıyor.



Ben de uzun zamandır bu iki his arasında savrulup duruyorum. (bipolar bozukluk teşhisim de var, gönlümce savrulurum, kimse de bana karışamaz!) Bir gün enerji ve şevk doluyum. Saatlerimi stüdyoda kan ter içinde harcıyorum. Sonra her şey bir boş geliyor. Noldu şimdi başım göğe mi erdi, diyorum. Ne kaldı ki elimde?


Önce ve asıl meselemiz ölmekte olan doğaya geçelim.
Dans mesleği, ya da daha genelleyerek dans tutkusu diyelim -zira hayatını buradan kazanmasa da hayatının en ortasında, en önemli noktasında tutan çok kişi var dansı- çok şey bekliyor insandan.  Sen bedenini cilalayıp parlatır, tekniğini mükemmelleştirmek, çizgilerini güzelleştirmek için saatler harcarken, içeride hücreler patır patır ölüyor. Bedenin kompozisyonu sürekli değişiyor. Bölünmez ve sonsuz bir ruh var mı bilmem, ama açık ki, öyle bir beden yok. O harika spin bir daha hiç o kadar harika olmayabilir. O harika spini alıp saklayamazsın, satamazsın, çoğaltamazsın. Daha da önemlisi, o harika spin sırasında hissettiklerini dosyalayıp kaldıramazsın ve hatta bir daha öyle hissedemeyebilirsin de.
(Dansla arasında duygusal bağ olanlarda durum böyleyken, finansal bağ olanların haline hep birlikte ağlayalım bence!)

Hal böyle olunca, hislerime tercüman olmuş Cunningham, seni harekete bağlayan yegane şey saf sevgi olmalı. Pole üzerinde, ya da point üzerinde, hareketin içinde yaşadığını hissediyorsan, sadece o biricik his için deve çöktüren antrenmanlar, ertesi gün hiçbir yerini kıpırdatamadığın dersler, provalar anlamlı oluyor.

Buna kim inanır?
Tam büyük büyük cümleler yazdım ki, üzerime kuş pisledi. Sonra da gehgeh güldü, nanik yapıp uçtu gitti. "O zaman instagramı kapatsana kerro" dedi giderken.
Sahi, öyle çok hissi ve an içerisinde meditatif kümülatif bir durumsa neden o sırada selfie kamerası açık bir telefon iki yoga bloğuna yaslanmış şekilde bana bakıyor? Hadi toplamak, saklamak istedin, geri dönüp bakmak istedin o zaman instagram bize pijlik yapıyor, taglerimizi göstermiyor diye niye üzülüyorsun?

Kadir inanır
Pardon da sevgili kuş, biz mevlevi miyiz, yogi miyiz? Pole dansçıyız la biz! Pole! Bu işin bir parçası sen saçını savurduğunda yükselen wooohooolar. Sanal woohoolar işi biraz çetrefillendiriyor ama onu ben başka yazıda yazacaktım, karıştırma şimdi kafamı.

Ne diyordum, benim pole motivasyonum ne?
Daha güçlü ve esnek bir beden mi? Hayır, benim daha güçlü ve esnek bir bedene sahip olmak için motivasyonum daha uzun süre ve daha sağlıklı pole yapabilmek. Yoksa yemişim güçlü bedeni. Adama mal taşıtıyorlar.
Zor hareketleri başarmak mı? Kısmen. Çok aşırı güç falan isteyen şeylere pek yaklaşmıyorum genel olarak hayatta zorlanmayı seven bir insan olmadığım için ama ulaşılabilir yerlerdeki daha önce yapamadığım şeyleri başarmak güzel bir tatmin duygusu veriyor ne yalan söyleyeyim.
Dışarıdan onay almak mı?  Maalesef bu da kısmen doğru. Olay hiç böyle başlamamıştı, hatta çevremden gizli saklıydı o zamanlar. Ama 6 yıl içerisinde neredeyse tamamı polcu kadınlardan oluşan bir dünyam oldu. Dolayısıyla ortak alanı pekiştirmek, birliktelik ve kızkardeşlik duygusu yaratmanın bir yöntemi haline geldi pole yapmak. Ne yazık ki, bu pek sağlıklı bir şey değil bence. Pole yapamadığında, yapmak istemediğinde ne olacak? Bunu şaapmamak lazım.
Şaapmak lazım olan (ülen bi de blog yazıyorum diye geçiniyorum he, şaapmaktan kastım yani önem vermek, parlatmak, altını çizmek, üstüne basmak, etrafında çember oluşturup halay çekmek) başka bir şeyin kolay kolay veremeyeceği, adını koymaya da çok gerek olmayan, sizlerin zaten gayet iyi bildiği patlamalı çatlamalı hislerle dolu pole kafası.


Bu bahar ve yaz biraz zorlu geçti. Bilmiyorum benim içinde okula dönme zamanı ne zaman gelecek. Ama eli kulağındadır. Yaşımın, kondisyonumun ve sınırlarımın bilincinde olarak ve kendime söz verdiğim gibi istemediğim hiçbir şeyi asla yapmayarak... Hiçbir zaman yanıma kar kalmayacak ve durdukça silikleşecek o canlılık hissini ve ilk back hook spinimdeki "ehiehi" coşkusunu tekrar tekrar yaşamak için.





24 Mart 2019 Pazar

İlk Pole Dersinde Ne Yapmalı, Ne Yapmamalı?


Yeni bir sınıf açıldığını duydunuz, dem bu dem deyip kayıt oldunuz ve büyük gün gelip çattı: İlk Pole Dersiniz!



Kendi ilk dersimi hatırlıyorum. Ne zaman gitmeliyim, kimle konuşmalıyım, tuvalete giderken giyinmeli miyim, boxerla mı kalmalıyım, ayağımda spor ayakkabı mı olmalı… bayağı bir sorularla doluydum. O zamanlar WOW yoktu daha, kimseyi tanımadığım başka bir okulda latin dansı dersi sonrası poleların takılmasını beklerken, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilememiştim. J Sizin de, ben ve pek çok öğrencimiz gibi ilk ders için kalbiniz pıtır pıtır oluyorsa, ay ben güleriiim diyorsanız, bu yazı biraz yol gösterici olabilir.

Ne Giymeli?
Pole için olmazsa olmaz deri tutuşu! Dolayısıyla, kasıkları açıkta bırakacak bir boxer ya da pole şortu şart. Üzerinize en iyisi sporcu sütyeni ya da bel ve koltukaltı açık crop top. Isınma ve soğuma için uzun tayt, tişört, çorap, tozluk kullanışlı olabilir. Neticede bu bir antrenman olduğundan nefes alan, terletmeyen, rahat kıyafetleri tercih etmelisiniz.
Ne Giymemeli?
Katılacağınız stüdyonun kılık kıyafet politikasını bir sormanızı öneririm. Benim fikrimce katılımcı kendini rahat hissediyorsa istediği kadar dikkat çekici ve “extra” giyinebilir. Sonuçta bu onun özgür alanı. Ama farklı okullarda farklı yaklaşımlar olabilir. Rahat hareket edemeyeceğiniz için bol şortları tercih etmeyin derim. Yine giriş seviye için pleaserlar, botlar vs. de çok uygun olmaz.

Okula girişte ne yapmalı?
  • Vaktinde gitmeli. Vaktinde: dersten 15 dakika önce. Böylelikle kayıt işlemlerini yapacak, giyinecek ve ortama oryante olacak vaktiniz kalır.
  • Kendini tanıtıp hangi ders için geldiğini söylemeli.
  • Dersi bekleyen diğer öğrencilerle sohbet  etmeli (onlar artık pole buddylerin!)

Ne yapmamalı?
  •  Geç kalmamalı (dersin başındaki ısınmayı kaçırmamak çok önemli!)
  •  Erkek arkadaşınızı, kocanızı getirmemeli (çoğu pole okulunda belli saatler dışında erkek sinek yasak, emin değilseniz önceden sormakta fayda var.)
  • Kimseyle konuşmadan bir kenara oturup hocanın sizi bulmasını beklememeli. Sizi birinin arkadaşı vs. zannedebilirler.
  • Çekingenlik yapmamalı. (ki ben çok çekingen bir insanım, onlarca pole stüdyosunda bulundum. Dünyanın en rahat ortamlarıydı hepsi.)


Ders İçeriği
Dersiniz ısınma ile başlayacak. Küçük ve büyük kas gruplarını aktive edip uzatarak pole’a çıkmaya hazır hale geleceksiniz. Ardından eğitmen pole hareketlerini gösterecek ve parçalayıp adım adım öğretecek. Her ders belli bir sayıda hareket öğrenip, belki koreografiler çalışacaksınız. Ders sonunda soğuma ve esneme ile bitireceksiniz.

Derste ne yapmalı?
  • Eğitmenin direktiflerini takip etmeli. Bir şey bilmemeniz ya da yapamamanız asla canınızı sıkmasın, zaten öğrenmeye geliyorsunuz. Anlamadığınız bir şey olduğunda rahatlıkla sormalı, tekrar göstermesini ya da yardımcı olmasını istemelisiniz.
  • Grup derslerinde eğitmen herkesle sırayla ilgileneceğinden sıranızı beklemelisiniz.
  • Hareketlerle ilgili sorularınızı sadece eğitmene sormalısınız. Yan poleunuzdaki arkadaşınız sizden daha iyi yaptıysa da tekniğini tam anlamamış olabilir ve sizi yanlış yönlendirebilir.
  • Dersten önce ve sonra eğitmenin göstereceği alkol ve havlularla poleunuzu silmeli, dersten sonra matınızı yerine kaldırmalı, su şişenizi vs. atmalısınız (lütfen J)

Ne yapmamalı?
  • Eğitmen başkasına bakarken hocccaaaaaam diye bağırmamalısınız. Az sabır!
  • Instagramda gördüğünüz hareketi öğretmesini istememelisiniz. Eğitmeniniz zaten sizin seviyenize en uygun programı hazırlamıştır. İleri seviyede hedeflerinizi eğitmeninizle paylaşmanız çok güzel olur, böylelilikle sizi de daha iyi yönlendirebilir. Ama henüz erken ve muhtemelen o hareket aşırı zor!
  • Eğitmen arkasını döndüğünde instagramda gördüğünüz o hareketi yapmaya çalışmayın. (e yani!)
  • Arkadaşlarınıza öğretmeye çalışmayın. (Bu çok iyi niyetli ve hepimiz zaman zaman yaptık. Ama bu hem eğitmeninize karşı çok tatlı bir durum değil, hem de istemeden arkadaşınıza zarar da verebilirsiniz.)
  •  Fotoğraf! Evet bu konuda çok hevesli olduğunuzu biliyoruz. Ama oldukça hassas bir konu. Öncelikle eğitmenden izin almadan lütfen foto seansına geçmeyin. Dersi ne kadar aksattığını tahmin edemezsiniz. Arkadaşlarınızın kadrajda olduğu fotoğraflar asla çekmeyin, bizim ülkemizde pole fotoğrafında bulunmak maalesef bazı meslek grupları için hala işten çıkarılma sebebi! İlk derslerinizde daha çok samimi olmadığınız arkadaşlarınıza telefonu tutuşturup fotoğraf çekmelerini istemeyin, onun ders süresinden çaldığınızı unutmayın, herkes bundan memnun olmayabilir. İyisi mi önden eğitmene sorup soğuma öncesi 5 dakika izin koparmak ve o sırada telefonu sizden başka kimseyi görmeyecek bir yere koyup ön kamerayla video çekmek ve screenshot almak. Eğer sınıfınızda bu konuda hassas biri varsa, fotoğrafı antrenman saatine saklayın.
  • Matınızı ortalıkta bırakıp su şişenizi, kullanılmış peçetelerinizi sağda solda unutup Leyla gibi sınıftan çıkmayın (ama lütfen! J)
  • Lütfen ama lütfen demoralize olmayın. O gün gününüzde olmayabilirsiniz, hareket ilk başta zor gelebilir. Emin olun bugün değilse yarın başlangıç ve orta seviye hareketlerin hepsini yapacaksınız. (İleri seviyede biraz işler değişiyor.) Dersinizi verimli geçirin, bol bol deneyin ve hatalarınızın düzeltilmesine izin verin.

İlk dersinizden sonra… sabırsızlıkla ikinci dersinizi bekleyin. Bu güzel serüvene çıktığınız için kendinizi tebrik edin. Ve dinlenin J