You have to love dancing to stick to it. It gives you nothing back, no
manuscripts to store away, no paintings to show on walls and maybe hang in
museums, no poems to be printed and sold, nothing but that single fleeting
moment when you feel alive.
Merce Cunningham
Ağustos geldi çattı. Ağustos'un yarısı yaz, yarısı kış derler. Bir yanda kapıda tıktık Eylül: okulların açılması, tatilin, miskinliğin bitmesiyle insan yeni başlangıçlar için motivasyon ve enerji doluyor. Diğer taraftan, doğa yavaş yavaş ölüyor, renkler pırıltısını ve sihrini kaybetmeye başlıyor.
Ben de uzun zamandır bu iki his arasında savrulup duruyorum. (bipolar bozukluk teşhisim de var, gönlümce savrulurum, kimse de bana karışamaz!) Bir gün enerji ve şevk doluyum. Saatlerimi stüdyoda kan ter içinde harcıyorum. Sonra her şey bir boş geliyor. Noldu şimdi başım göğe mi erdi, diyorum. Ne kaldı ki elimde?
Önce ve asıl meselemiz ölmekte olan doğaya geçelim.
Dans mesleği, ya da daha genelleyerek dans tutkusu diyelim -zira hayatını buradan kazanmasa da hayatının en ortasında, en önemli noktasında tutan çok kişi var dansı- çok şey bekliyor insandan. Sen bedenini cilalayıp parlatır, tekniğini mükemmelleştirmek, çizgilerini güzelleştirmek için saatler harcarken, içeride hücreler patır patır ölüyor. Bedenin kompozisyonu sürekli değişiyor. Bölünmez ve sonsuz bir ruh var mı bilmem, ama açık ki, öyle bir beden yok. O harika spin bir daha hiç o kadar harika olmayabilir. O harika spini alıp saklayamazsın, satamazsın, çoğaltamazsın. Daha da önemlisi, o harika spin sırasında hissettiklerini dosyalayıp kaldıramazsın ve hatta bir daha öyle hissedemeyebilirsin de.
(Dansla arasında duygusal bağ olanlarda durum böyleyken, finansal bağ olanların haline hep birlikte ağlayalım bence!)
Hal böyle olunca, hislerime tercüman olmuş Cunningham, seni harekete bağlayan yegane şey saf sevgi olmalı. Pole üzerinde, ya da point üzerinde, hareketin içinde yaşadığını hissediyorsan, sadece o biricik his için deve çöktüren antrenmanlar, ertesi gün hiçbir yerini kıpırdatamadığın dersler, provalar anlamlı oluyor.
Buna kim inanır?
Tam büyük büyük cümleler yazdım ki, üzerime kuş pisledi. Sonra da gehgeh güldü, nanik yapıp uçtu gitti. "O zaman instagramı kapatsana kerro" dedi giderken.
Sahi, öyle çok hissi ve an içerisinde meditatif kümülatif bir durumsa neden o sırada selfie kamerası açık bir telefon iki yoga bloğuna yaslanmış şekilde bana bakıyor? Hadi toplamak, saklamak istedin, geri dönüp bakmak istedin o zaman instagram bize pijlik yapıyor, taglerimizi göstermiyor diye niye üzülüyorsun?
Kadir inanır
Pardon da sevgili kuş, biz mevlevi miyiz, yogi miyiz? Pole dansçıyız la biz! Pole! Bu işin bir parçası sen saçını savurduğunda yükselen wooohooolar. Sanal woohoolar işi biraz çetrefillendiriyor ama onu ben başka yazıda yazacaktım, karıştırma şimdi kafamı.
Ne diyordum, benim pole motivasyonum ne?
Daha güçlü ve esnek bir beden mi? Hayır, benim daha güçlü ve esnek bir bedene sahip olmak için motivasyonum daha uzun süre ve daha sağlıklı pole yapabilmek. Yoksa yemişim güçlü bedeni. Adama mal taşıtıyorlar.
Zor hareketleri başarmak mı? Kısmen. Çok aşırı güç falan isteyen şeylere pek yaklaşmıyorum genel olarak hayatta zorlanmayı seven bir insan olmadığım için ama ulaşılabilir yerlerdeki daha önce yapamadığım şeyleri başarmak güzel bir tatmin duygusu veriyor ne yalan söyleyeyim.
Dışarıdan onay almak mı? Maalesef bu da kısmen doğru. Olay hiç böyle başlamamıştı, hatta çevremden gizli saklıydı o zamanlar. Ama 6 yıl içerisinde neredeyse tamamı polcu kadınlardan oluşan bir dünyam oldu. Dolayısıyla ortak alanı pekiştirmek, birliktelik ve kızkardeşlik duygusu yaratmanın bir yöntemi haline geldi pole yapmak. Ne yazık ki, bu pek sağlıklı bir şey değil bence. Pole yapamadığında, yapmak istemediğinde ne olacak? Bunu şaapmamak lazım.
Şaapmak lazım olan (ülen bi de blog yazıyorum diye geçiniyorum he, şaapmaktan kastım yani önem vermek, parlatmak, altını çizmek, üstüne basmak, etrafında çember oluşturup halay çekmek) başka bir şeyin kolay kolay veremeyeceği, adını koymaya da çok gerek olmayan, sizlerin zaten gayet iyi bildiği patlamalı çatlamalı hislerle dolu pole kafası.
Bu bahar ve yaz biraz zorlu geçti. Bilmiyorum benim içinde okula dönme zamanı ne zaman gelecek. Ama eli kulağındadır. Yaşımın, kondisyonumun ve sınırlarımın bilincinde olarak ve kendime söz verdiğim gibi istemediğim hiçbir şeyi asla yapmayarak... Hiçbir zaman yanıma kar kalmayacak ve durdukça silikleşecek o canlılık hissini ve ilk back hook spinimdeki "ehiehi" coşkusunu tekrar tekrar yaşamak için.
Merce Cunningham
Ağustos geldi çattı. Ağustos'un yarısı yaz, yarısı kış derler. Bir yanda kapıda tıktık Eylül: okulların açılması, tatilin, miskinliğin bitmesiyle insan yeni başlangıçlar için motivasyon ve enerji doluyor. Diğer taraftan, doğa yavaş yavaş ölüyor, renkler pırıltısını ve sihrini kaybetmeye başlıyor.
Ben de uzun zamandır bu iki his arasında savrulup duruyorum. (bipolar bozukluk teşhisim de var, gönlümce savrulurum, kimse de bana karışamaz!) Bir gün enerji ve şevk doluyum. Saatlerimi stüdyoda kan ter içinde harcıyorum. Sonra her şey bir boş geliyor. Noldu şimdi başım göğe mi erdi, diyorum. Ne kaldı ki elimde?
Önce ve asıl meselemiz ölmekte olan doğaya geçelim.
Dans mesleği, ya da daha genelleyerek dans tutkusu diyelim -zira hayatını buradan kazanmasa da hayatının en ortasında, en önemli noktasında tutan çok kişi var dansı- çok şey bekliyor insandan. Sen bedenini cilalayıp parlatır, tekniğini mükemmelleştirmek, çizgilerini güzelleştirmek için saatler harcarken, içeride hücreler patır patır ölüyor. Bedenin kompozisyonu sürekli değişiyor. Bölünmez ve sonsuz bir ruh var mı bilmem, ama açık ki, öyle bir beden yok. O harika spin bir daha hiç o kadar harika olmayabilir. O harika spini alıp saklayamazsın, satamazsın, çoğaltamazsın. Daha da önemlisi, o harika spin sırasında hissettiklerini dosyalayıp kaldıramazsın ve hatta bir daha öyle hissedemeyebilirsin de.
(Dansla arasında duygusal bağ olanlarda durum böyleyken, finansal bağ olanların haline hep birlikte ağlayalım bence!)
Hal böyle olunca, hislerime tercüman olmuş Cunningham, seni harekete bağlayan yegane şey saf sevgi olmalı. Pole üzerinde, ya da point üzerinde, hareketin içinde yaşadığını hissediyorsan, sadece o biricik his için deve çöktüren antrenmanlar, ertesi gün hiçbir yerini kıpırdatamadığın dersler, provalar anlamlı oluyor.
Buna kim inanır?
Tam büyük büyük cümleler yazdım ki, üzerime kuş pisledi. Sonra da gehgeh güldü, nanik yapıp uçtu gitti. "O zaman instagramı kapatsana kerro" dedi giderken.
Sahi, öyle çok hissi ve an içerisinde meditatif kümülatif bir durumsa neden o sırada selfie kamerası açık bir telefon iki yoga bloğuna yaslanmış şekilde bana bakıyor? Hadi toplamak, saklamak istedin, geri dönüp bakmak istedin o zaman instagram bize pijlik yapıyor, taglerimizi göstermiyor diye niye üzülüyorsun?
Kadir inanır
Pardon da sevgili kuş, biz mevlevi miyiz, yogi miyiz? Pole dansçıyız la biz! Pole! Bu işin bir parçası sen saçını savurduğunda yükselen wooohooolar. Sanal woohoolar işi biraz çetrefillendiriyor ama onu ben başka yazıda yazacaktım, karıştırma şimdi kafamı.
Ne diyordum, benim pole motivasyonum ne?
Daha güçlü ve esnek bir beden mi? Hayır, benim daha güçlü ve esnek bir bedene sahip olmak için motivasyonum daha uzun süre ve daha sağlıklı pole yapabilmek. Yoksa yemişim güçlü bedeni. Adama mal taşıtıyorlar.
Zor hareketleri başarmak mı? Kısmen. Çok aşırı güç falan isteyen şeylere pek yaklaşmıyorum genel olarak hayatta zorlanmayı seven bir insan olmadığım için ama ulaşılabilir yerlerdeki daha önce yapamadığım şeyleri başarmak güzel bir tatmin duygusu veriyor ne yalan söyleyeyim.
Dışarıdan onay almak mı? Maalesef bu da kısmen doğru. Olay hiç böyle başlamamıştı, hatta çevremden gizli saklıydı o zamanlar. Ama 6 yıl içerisinde neredeyse tamamı polcu kadınlardan oluşan bir dünyam oldu. Dolayısıyla ortak alanı pekiştirmek, birliktelik ve kızkardeşlik duygusu yaratmanın bir yöntemi haline geldi pole yapmak. Ne yazık ki, bu pek sağlıklı bir şey değil bence. Pole yapamadığında, yapmak istemediğinde ne olacak? Bunu şaapmamak lazım.
Şaapmak lazım olan (ülen bi de blog yazıyorum diye geçiniyorum he, şaapmaktan kastım yani önem vermek, parlatmak, altını çizmek, üstüne basmak, etrafında çember oluşturup halay çekmek) başka bir şeyin kolay kolay veremeyeceği, adını koymaya da çok gerek olmayan, sizlerin zaten gayet iyi bildiği patlamalı çatlamalı hislerle dolu pole kafası.
Bu bahar ve yaz biraz zorlu geçti. Bilmiyorum benim içinde okula dönme zamanı ne zaman gelecek. Ama eli kulağındadır. Yaşımın, kondisyonumun ve sınırlarımın bilincinde olarak ve kendime söz verdiğim gibi istemediğim hiçbir şeyi asla yapmayarak... Hiçbir zaman yanıma kar kalmayacak ve durdukça silikleşecek o canlılık hissini ve ilk back hook spinimdeki "ehiehi" coşkusunu tekrar tekrar yaşamak için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder