7 Ocak 2020 Salı

Sakatlık Günlerim


Zaten yaşamaktan yazmaya vakit kalmıyor, bir de üzerine çok garip bir yaz ve çok garip bir sonbahar geçirdim. Mart ve nisanım yarışma hazırlıklarıyla geçmiş, 2017’deki gücüme neredeyse kavuşmuşken Mayısta vizem çıkmadığı için yarışmaya katılamadım. Artık bunalım mı, hırs mı; kendimi ringle, direkle dövüp bir de üzerine 2 aylık sakatlık geçirdim. O arada hala odadaki fil gibi, ya da kalbimizin üzerinde oturan fil gibi duran, konuşulamayan ama hiç de geçmeyen bir acı… Yine o arada stüdyoların ayrılması. Deve yüküyle iş bir yandan, hiç bitmeyen varoluşsal sancılar bir yandan 2019 da bitti.

Dün stüdyoda bir kez daha öğrencim, ilk cehenneme direk bloğundan okumuştum pole dance’ı, öyle merak salmıştım dedi. Artık pek blog okunmuyor. Ama burası zaten benim – dışarıya açmak istediğim kadarıyla- kişisel yolculuğumdu hep. Geldiğim şu noktada galiba daha çok yazasım var bu yolculukla ilgili.

Bugün sakatlığımı anlatayım, genç dimağlara feyz olsun. Sonra da sırayla giderim…


Biliyorsunuz, bende omurga yok. Yani omur omur bir omurga yok, türkü türkü türkiye gibi. Lumbar bölgenin başına kadar omurgalarım bir uzun rod’a metal çivilerle sabitlenmiş durumda. Dolayısıyla döne, geri, yana bükülme ve twist etme kabiliyeti yok. Bunla genel olarak barışığım aslında. Kendime kadarını yapıyorum pole’un. O kadarında da pek çok mücevher ve lezzet bulabiliyorum. Ama oralarda bile bazen aşırı zorlayabiliyorum bedeni. Haziran ortasında böyle bir şey oldu. Alt trapezlerde hafif bir çekme, spazm yaşadım bir antrenmanda. Hareketi bıraktım ama o ince sızı bir süre daha devam etti.

Antrenmana ara versem de, dersler vermeye devam ettim tabii. Ne de olsa, beni zorlayacak bir hareket göstermiyordum, ne olabilirdi ki?

Hani ilk derslerde, omuzdan değil sırttan çekmekle ilgili söylevler çekiyoruz  ya, terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Sırt kaslarım spazma girip işlevini yeterince yerine getiremeyince 2 ay içerisinde iki omzumda da sıkışma, ödem, yırtık gibi bütün felaketler bir araya geldi. Akromion başının kancalı olup (tip3) rotator cuff’ı baskılaması da süreci biraz hızlandırdı. Neticede Ağustos sonunda araba kullanamaz, saçımı tarayamaz hale geldim.

Bu gerçekten korkunçtu! Bir anda sadece hobimden değil, işimden de oldum.

İlaçlar ve dinlendirmeden sonra 1 aydan fazla her sabah 8 de hastaneye gidip fizyoterapistin omuz protokolünü uyguladım. 1 aydan fazla diyorum. Sabah 8 diyorum. Kolumu diğerinden destek almadan havaya kaldırabildiğim gün dünyalar benim oldu.

Ama hala çok zayıftı. Pole’a tam anlamıyla dönmeden önce gymde çalışmaya başladım. Pek sıkıcı olsa da eklemlere yük bindirmeden kasları çalıştırmanın pole'a döndüğüme çok faydasını gördüm.

Bu arada stüdyo kimliği değişti. Bir dünya markalama çalışamaları, yeni fotoğraf çekimleri, tekne partisi falan sırasında hep sakatım. O yüzden fotoğraflarda normal ayakta duruyorum genelde. 

Ya da olabildiğince normal diyelim.

Şimdi hiç fena değilim, yeniden minik minik antrenmana başladım. İnsanın kolunu kaldırabilmesi büyük bir lüks. Bunu asla unutmayın dostlarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder