Eski videolarımı izlerken ‘ulan nebçim de cıvırmışım beah, poleu elimde oyuncak ediyormuşum’ diye düşündüğüm oluyor. Sonra hemen utanıp etrafta telepati marifetiyle bu sömürgeci fikirlerimi duyan oldu mu, Spinoza bana ‘otur, sıfır!’ diyecek mi diye telaşlanıyorum. Zaten, ülkümüz yükselmek, ileri gitmek olduğundan pole’un da fethedilecek bir hedef, bedeninin bayrağını çekeceğin gönder halini alması hiç şaşırtıcı değil.
Peki sizce Pole’u nesne yerine partner olarak görmek dansı, antrenman biçimimizi, kinetik düşünümselliğimizin duyumsal sikimsonikliğini (ifade etmek istediğim şeyi bence tam karşılıyor.) nasıl etkilerdi?
Çokgzel etkilerdi.
Dün derse koreografi hazırlamak için doğaçlama yapıyordum. Bir ara durdum, ‘güzel bir şey hissediyorum lan, ne bu?’ diye düşündüm. Hava beş yüz derece, üstüm başım sabahtan beri sıkıp durduğum sivrisinek uzaklaştırıcı okaliptüs, lavanta yağlarıyla kaplı, derse kalmış az bir zaman, umwelt çılgınlığından sonra ders vermeye dönmek bedenime aşırı yüklenmiş, her yerim ayrı ağrıyor, yani güzelden fersah fersah uzağız. Sonra fark ettim ki, bu perişanlığımla hareket etmeye çabalarken pole bana adeta koltuk çıkıyor: altımdan giriyor, üstümden çıkıyor, devrilecekken tutuyor, uzanırken ittiriyor. Elimde oyuncak değil kesinlikle. Peki ne?
Buna geçmeden bir parantez açayım: (
POLE’UN KÜLTÜREL ANLAMI
Biliyorsunuz ki pole dans, kültürel olarak iki ana kutup arasında sıkışmış durumda:
Bir yanda: Egzersiz, spor, atletizm, dayanıklılık, güç gibi kavramlarla anılarak saygınlaştırılmaya çalışılan bir biçim. Bu yaklaşım genellikle pole’un seks işçiliği kökenlerini unutturmak ister. Pole’u olimpik spor olarak kabul ettirme çabaları, bu damardan beslenir. Buralar amaç yönelimli, rekabetçi, standartlaştırılmış, objektif ölçümle değerlendirilebilen (süre, skor, puan) ve zafere (nailed it!) odaklı.
Diğer yanda: Erotik, queer, eğlenceli, marjinal, bedenin arzuyla ilişkisini açığa çıkaran bir alan olarak görülür. Bu yaklaşım pole’u bir bedensel özgürleşme pratiği olarak sahiplenir. Oyunla, ritüelle, bazen de direnişle ilişkilendirilebilir. Performans ölçütleri öznel ve kültürel olarak daha değişkendir.
Pole, oraya buraya çekiştirmeye çalışsak da, iki kutupta da değil, ara bölgede ve sınırları muğlak. Üstüne üstlük, bu iki eğilim bazen çatıştığı gibi bazen de kesişiyor. Ama her iki durumda da pole, bedenle nesne arasındaki ilişkiyle dikkat çekiyor.
Bu konuda daha önce zaten Dikey ve Yatay’ın Semantik, Sembolik ve Salisik Asidik Anlamı başlıklı muazzam bir fikir yazısı kaleme alışmıştım hatırlarsanız.
Üniversitede bir hocam final ödevimi lisans öğrencilerinin kendilerine referans vermesinin çok kabul gören bir şey olmadığına ilişkin kibar bir notla geri vermişti. Halbuki, as I said elsewhere deyip dipnotta kendi vize ödevimi kaynak göstermem bana son derece makul görünmüştü o zaman.
As I said elsewhere:
‘ekipmanla kurulan ilişki de anlamın yaratılmasında etkili. Dikeyle kurulan ilişkide böyle bir manipülasyon ve kontrol ilişkisini reddetme ve Pole ile eşitlikçi bir ilişki kurma fikri de safça olmayabilir. Bu, dansçının pole’u güç ya da otorite aracı olarak görmediğinde ya da kendi üzerinde pole’un baskısını hissetmediğinde söz konusu olabilir. Pole ile karşılıklı dönüşülen, eşit bir ilişki, bir ortaklık ilişkisi kurulabilirse o eski fallik anlam ters yüz edilebilir.’
Şimdi bu laf salatasını biraz açmaya, pole deneyimimizi zenginleştirecek, duygu dünyamızda çiçekler açtıracak ekipman ile ilişki konusunda laflar hazırlamaya çalışacağım.
BİRAZ FENOMENOLOJİ DİYORUZ:
Merleau-Ponty, Kinestetik Birlik ve Pole’un Bedene Dahil Oluşu
Merleau-Ponty’nin kinestetik birlik kavramı, pole ile dans ederken yaşanan tuhaf ama tanıdık hissi açıklamaya yardım edebilir. Klasik Kartezyen geleneğe göre beden zihnin ikamet ettiği, kullanlığı bir makine. Merleau-Ponty için ise beden, dünyayla kurduğumuz ilişkinin başlangıç noktası, algının kendisi. Bu anlayışta pole’a sadece fiziksel olarak dokunmuyorsun, pole sayesinde dünyayı farklı bir şekilde deneyimlemeye başlıyorsun. Hatta pole bedenin bir uzantısına dönüşüyor.
- Bedenin hareket olasılıkları değişiyor – pole ile zıplamak, takla atmak, yürümek bile aynısının polesuzuna göre daha kolay, çünkü pole destek oluyor. – burası açık gibi.
- Bedenle nesne arasında özne-nesne ayrımı bulanıklaşıyor – pole 45 mm krom bir boru olmayı aşıyor, bedenin algısal alanının bir parçası haline geliyor. – bunu ifade etmek biraz daha zor. Ama Merleau-Ponty güzel açıklıyor: 'Körün bastonu eli gibi değil, gözünün uzantısı gibidir.' Polecu için de pole gövdenin uzayda yön bulmasına yardımcı olacak bir referans noktası olarak görmek mümkün o halde.
- Hareket hareket anında anlam kazanıyor - Merleau-Ponty’nin bedene dair en güçlü kavramlarından biri de 'bedenleşmiş bilinç' fikridir. Kafanda bir kurguyla pole’a yönelsen de bedenin polea dokunuşuyla yeni bir yön doyuyor. Ay bunu biraz daha açacağım çünkü bence şokomelli.
Öncelikle, hepimizin bildiği gibi polelu/polesuz yeni bir hareket öğrenirken, başta hareketi zihinsel olarak anlıyoruz: "iç kol yukarıda, dış el split grip vs…" Ama bir noktadan sonra beden hareketi düşünmeden yapıyor. Yani beden hareketi öğreniyor. Bilinç, bu hareketin içinde, hareket artık bedensel bilgi. Sonralıkla, pole ile hareket ettikçe, pole da artık dışsal bir nesne gibi hissettirmemeye başlıyor. Bedenin, pole’un varlığını hesaba katmadan hareket etmiyor. Yeni bir beceri çalışırken öğrencilerime ‘poleu bükemezsin, sen bir yol bulup büküleceksin’ dediğim çok oldu. Ama zaman içine elin kavradığı yer, dönüşün ivmesi, yerçekimiyle ilişkisi artık bedenin bildiği şeyler oluyor, yani pole bedensel bilinçle bütünleşiyor.
Şimdi bak süper bir şey diyeceğim:
Polecu beden sadece kendini değil, pole ile birlikte olan bir kendini biliyor. Bu yeni özne, ben ve pole değil, bir polebendir.
BİRAZ DA PSİKOLOJİ DİYORUZ:
Winnicott, Geçiş Nesnesi ve Pole’un Oyun Alanı Olarak Rolü
Poleben fikrini çok radikal bulanları buradan yakalayabilirim gibi geliyor. Donald W. Winnicott’a göre, bebek ile anne birbirinden ayrılmaya başladığında, geçiş nesneleri bu ayrılığı tolere edebilebilir hale getiriyor: emzik, battaniye, oyuncak ayı gibi. Bu nesneler güven duygusu veriyor, korku ile baş etmeye yardımcı oluyor, oyun için bir alan yaratıyor.
Deneyimle sabittir ki pole özellikle duygusal ya da fiziksel zorluklar yaşayan biri için çok benzer bir alan yaratabilir. Hem senden ayrı bir nesne - soğuk, metalik, ama bir yandan da sabit, güvenilir, seni taşıyan bir varlık. Cuk oturmuyor mu allasen? Pole’un sağladığı oyun alanında arzunu denersin, riske girersin, başarısız olur ama yeniden denersin. Dur bunu da şekilli diyeceğim:
Pole, kendinle oyun kurabileceğin bir aracı varlıktır.
Peki, ben bunları neden yazıyorum güzel kardeşim? Gerek kendimden, gerek dost meclislerinden çok iyi biliyorum ki, pole’a yönelik dikey yaklaşımlar ağır bastıkça pole senden uzaklaşıyor, bir challenge’a dönüşüyor. Dikey yaklaşım derken tırmanma demiyorum elbette, tabii ki tırmanacağız ama tırmanmayı pole’un tepesine çıkmak gibi değil de pole ile, pole sayesinde yükselmek gibi görebileceğimiz bir dünya mümkün.
Ve orada halılar gerçekten uçar, lambadan cin çıkar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder