On iki, on üç yıl önce Türkiye’nin minicik pole cemaati kulaktan kulağa büyürken "aslında dövme stüdyolarına flyer bırakmak lazım kanka," diyorduk birbirimize, dövmede de benzer bir acıyı bal eyleyeme olduğunu düşünüyorduk. Kendi adıma çok net bir şekilde morarıklarımdan gurur duyuyor, acıya katlanma kapasitemle övünüyor, hatta pole acılarının bu alanı acıya dayanıksız erkeklere kapattığını düşündüğümden zilleri takıp çıkı çıkı yapıyordum. (Toplumsal cinsiyet ekseninde bir dünya problem barındıran köhnemiş fikirlerimi hoş görün; 2010ların başıydı, Gezilerden, Butlerlardan önceydi.)
Şimdi acılardan başka bir şeyle nadiren karşılaşabildiğimiz kanayan evrenimizde pole acılarını tartışmaya devam etmek, toplumsal cinsiyet açısından yarattığı politik problemleri biraz kurcalamak istiyorum.
İlk olarak acının nesnesizliği ve dile gelemeyişiyle kurduğu iktidar alanıyla ilgili yazmıştım, burada tekrarlamayayım, ilginizi çekerse TIK TIK! İşte tam da bu iki özelliğiyle acının –en radikal bireysel yaşantının- toplumsal bir deneyim olduğunu dilim döndüğünce ve Elaine Scarry’den çala çırpa anlatmaya çalıştıydım. Çocuk üşüp dizini sıyırır, cildindeki yanma ile ağlamaya başlar, uf oldu der, anne öper, melodik sesle "geçtiii!" der. Dans eğitmeni, fitness antrenörü, doktor meşru, makul acıların sınırlarını belirler. Acının anlamlandırılması, tanımlanması, başkasına iletilmesi kültür, dil, normlar, ilişkisellik zemininde işler ve iktidara bulanmıştır, dediydim.
Dans ya da spor sadece motor beceri değil otoritenin içselleştirildiği sahneler (Foucault) ve direniş alanlarıdır (Butler). Bu iktidara bulanmışlığın bir yönü de kadınlık ve erkeklik kurgularıyla ilişkili. Acının hangi cinsiyet tarafından nasıl deneyimleneceği de sembolik alanda belirlenmiştir. Erkekler acıyı bastırmalı, söze dökmemeli, mümkünse acı çekmiyorMUŞ GİBİ olmalı. Kadınlarsa bir yandan acılarını ifade etmeye daha yatkın, daha hassas ve duygusal, öte yandan bu ifade edilen acıya (cefakar ve fedakar analar söyleminde olduğu gibi) daha çok katlanabilmeli. Acı ile ilişkideki bu belirlenmişlik de diğer kültürel inşalarda olduğu gibi poleda da iktidarı dolaşımda tutan uysal bedenler üretmeye yarar.
Kadınlar acıya daha mı dayanıklı?
G.tümü dayanak göstermeyeyim diye hızlıca PubMed’i falan gezdim. Fareler üzerinde yapılan araştırmalar kadınlara özgü östrojen ve progesteron hormonlarının doğal opioid üretimini tetikleyerek acıyı azaltabileceğini göstermiş. Başka bir araştırmada katılımcıların ellerini 0-4 derece suya sokup bir süre tutmaları sağlanarak ağrı eşiği (ağrının ilk hissedildiği an) ve ağrı toleransı (ağrıya katlanma süresi) ölçülmüş. Kadınlar adet döngülerinin östrojenin yüksek olduğu foliküler ve ovülasyon evrelerinde daha dayanıklı olduğu görülmüş. Ayrıca, hayatları boyunca düzenli olarak adet, hormonal migren, doğum gibi ağrılara maruz kaldıklarından bilişsel ve nörofizyolojik adaptasyon geliştirdiklerine yönelik güçlü bulgular varmış.
Bu tarz bulgular hormonların ağrı algısında etkili olduğuna işaret etse de ağrı toleransını kesin bir biyolojik üstünlük olarak görmek hem teorik hem de politik olarak sakıncalı. Soğuk su testlerinde erkeklerin acıyı daha geç ifade etmesi, dolayısıyla ağrıya katlanma sürelerinin daha kısa olmasında östrojen eksikliği kadar inanışlar, beklentiler ve rollerin de etkisi var. Dolayısıyla, kadınlar daha dayanıklı çünkü doğuruyor tarzı kabuller kadınları acıya mahkum eden bir söyleme katkı sağlayabilir.
Bütün bu vaziyetten daha elim ve daha vahim olmak üzere, bütün bu biyoloji temelli varsayımlar kadınlığı östrojen seviyesiyle, genital organlarla ilişkilendirip, bedenler üzerinde işleyen iktidarı görünmez kılarken heteronormatif (ve agist) kadınlık tanımlarını da pekiştiriyor.
Pole kiss
Morluklarımızla gurur duymamız çok anlaşılır.
Scarry, acının karakteristiği nesnesiz olması demişti. Tartışmanın ilerleyen bölümlerinde acıyı çalışmayla ilişkilendiriyor (daha da haklı olamaz!). Varoluş acısının tasviri olan Sisifos örneği oldukça açıklayıcı: en büyük acı bir kayayı dağın tepesine taşıyıp paldır küldür geri yuvarlanmasını izlemek: nesneye dönüşmeyen sonuçsuz bir çalışma.
Pole acısının morlukta somutlaşması da bir anlamda çalışmışlığın ispatı oluyor. Antrenman saati bitmiş, instagrama koyacak bir video, bir fotoğraf, ilaç için bir screenshot bile çıkmamış (çoğu antrenmanda olacağı gibi), tatminsizlik paçalardan akıyor. A-a! Kolunda bir morluk, diyor ki: "üzülme lan, bak ne güzel çalıştık, elbet o hareket çıkacak, o akış temizlenecek, o geçiş bulunacak."
Ama işte acaba kadın dansçıdan daha çok morarması bekleniyor olabilir mi? Jade split kadın hareketi mi, iron x erkek hareketi mi? Pole sit gerçekten erkekler için daha mı acılı? Pole sitin tüm erkekler için bir şekil, tüm kadınlar için başka bir şekil bir tekniği var? Erkek bedeni hep daha kıllı, daha az yağlı mı? Pole dersinde cildinin acıdığını söylemek kadını özneleştirirken erkek için bir başarısızlık mı?
Toplumsal cinsiyetten ayrı ve başka bir yazının konusu olarak, acı-emek-görünürlük-başarı zinciri kapitalist üretkenlik mantığının dans endüstrisi içi bir disiplin tekniği olabilir mi?
Acının dramaturjisi dansı nasıl bir direniş alanı olarak kurabilir?
İlk yazıdan sonra benle deneyimlerini, fikirlerini paylaşan can dostlarıma selam ederim. Bu minvalde düşümeye devam derim.
Bu sorular üzerinde düşünmek bence ilginçtir.
Zira, pole kiss politiktir.