Pole’n Roll’un mütevazi şaheseri Umwelt üzerinde çalışmaya başladığımızda aklımızda pek yaygın olan o soru vardı: neden bir türlü bu dünyayı paylaşmayı beceremiyoruz, neden börtü böcek gibi yan yana yaşayıp gidemiyoruz?
Barışın ve uyumun hüküm sürdüğü hayal ürünü bir cennetle hikayeyi açtık ama hızlıca düzen tahakkümünü kurdu, siyah varsa beyaz da var kardeşim diyen diyalektik gelip savaşı başlattı, kategoriler bölüne bölüne kendisinden başkasına tahammülü olmayan bireyi atomize etti. Beşinci bölümde merkezsiz bir birlik deneyelim dedik. Sonunda da iyiye ya da kötüye göz kırpmayan bir akış.
Uexküll'ün Umwelt kavramı, her canlının dünyayı kendi duyusal ve işlevsel sistemleri üzerinden deneyimlediğini söyler. Kene örneğiyle başlar: ışık, ses, koku olmayan kenenin dünyasını kuran sadece yapıştığı memelinin vücut ısısı ve belirli bir kimyasal. Kenenin kafa rahat.
Her ne kadar buradan sonrasını okumamış da olsam, ismi de zaten fonetik olarak havalı olduğu için seçsek de, dünyayı nesnel değil, çoğul ve öznel gerçekliklerin alanı olarak düşünmemize olanak tanıdı.
Kenenin iki bileşenden oluşan dünyası karşısında insanın dili, yer yer körelmiş, yer yer semirmiş duyuları, inşa edilmiş arzuları, çarpık çurpuk fikirleri, lanet olası…
Bildiğin boyumuzu aşan suya girdik. Bireylerin sabit kimlikler içinde değil, birlikte hareket eden, ama birbirine indirgenmeyen bedenler olarak kurulduğu bir estetik-politik dönüşümü hayal etmek için sen kim köpek, değil mi? Öte yandan bilseydik hareketle düşünmeye ne gerek vardı zaten, aklımıza bir şey gelene kadar biraz kontak doğaçlama falan takılırız kervan yolda düzülür dedik çalışmaya başladık.
KIRLANGIÇLARIN DANSI
En, boy ve yükseklikte hareket eden bedenlerle çalışırken kırlangıçların topluca uçuşu sezgisel bir motif olarak baskın gelmeye başladı. Sonra fark ettim ki bu canlıların hareketi anlatmak istediğimiz düşünceye yakınsıyor. Her bir kırlangıç, sabit bir merkez ya da lider figürü olmaksızın yakınındaki birkaç kuşun hareketine tepki vererek yön buluyor (herhalde). Onların görsel ve işitsel Umweltleri bireysel değil, kolektif olarak örgütlenmiş. Kırlangıçlarda çevre, sabit değil, hareketin kendisiyle değişen bir alan. Eğer dolanık beyin gibi bir düşünce varsa, belki de buradadır: her bireyin diğer bireylerin hareketleriyle eşzamanlı olarak değişen çevreleri
BOLERO SEÇİMİ
Ravel’in Bolerosunun tekrarlarla katman katman yükselen yapısı en bilinen koreografilerde kullanılan merkezdeki dansçının etrafında dönen dairesel formasyonlarla, arzunun merkezden çevreye yayılarak büyümesini ifade eder.
Daha önce döne dolaşa yazdığım gibi (as I said elsewhere :P) bu merkez fikri pole’un zaten tabiatında var.
Öyleyse hem ekipmana, hem de müziğin taşıdığı tarihsel anlamlara karşı merkezi dağıtmaya, arzunun sabit nesnesini parçalamaya, bedenleri sabit bir referansa göre değil, birbirine göre konumlanır kılmaya, arzuyu herhangi bir merkeze nazaran bir eksiklik olarak değil (DÖLÖÖÖZ!), çoklu ilişkilerle oluşan üretken bir kuvvet olarak tanımlamaya… Böylece Boleroyu, tek bir arzu hattı değil, dağılıp birleşen bir çokluk haline getirmeye niyet ettik diyelim. Tutarsa tutar, tutmazsa her ihtimale karşı kalçamızı sallarız dedik.
Kalçamızı da salladık, şükür.
BUNLAR GERÇEK HAYATTA KARŞIMIZA ÇIKMAZ
Sosyal medya emekler, web2.0 gibi laflar edilirken dijital devrimle benzer sulara yelken açacağız diye düşünüyorduk. Bugünün dijital dünyasında ise çokluk ve dağınıklık görüntüsü ardında işleyen kuvvetler, merkezileşmenin tillahını üretiyor. Algoritmalar aracılığıyla görünürlüğü belirleyen, arzunun rotasını yöneten, kimin nereye bakacağını belirleyen görünmez merkezler oluşuyor. Dijital platformlar, çokluğu taklit ederken aslında Umweltlerimizi tekil bir yöne doğru kanalize ediyor: viral olanın, tıklananın, takip edilenin etrafında şekillenen çekim merkezleri kuruyor. Bedenler burada dairesel ama çıkışsız bir koreografi içinde dönüp duruyor, herkes kendinin karesine, kendinin küpüne dönüşüyor.
Bir arada yaşamak hiç olmadığı kadar imkansızlaşıyor.
NE YAPACUK? (Butler, Haraway, Braidotti... buralardan bir şeyler çıkar.)
Ama bence dans da edebiliriz. Çok da komplike hale getirmeye gerek yok.
Ne demiş şair: oynaya oynaya gelin çocuklar, el ele el ele verin çocuklar.